-
Canlı Yayına Mesaj Gönder
  • 25°C

Kutlu Doğum heyecanı başladı…

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yurt içinde ve yurt dışında çeşitli etkinliklerle gerçekleştirilen 'Kutlu Doğum Haftası' özel bir programla başladı.

Ankara Congresium'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in katılımıyla resmi açılış töreni yapılan Kutlu Doğum Haftası, Kur'an tilaveti ve Salavat-ı şerifler ile başladı.

'Hz. Peygamber ve Güven Toplumu' temalı Kutlu Doğum Haftasının açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu temayla, güveni kaybeden dünyaya Hz. Muhammed'in emanetini yeniden hatırlatmayı istediklerini dile getirerek, "İçinde yaşadığımız dünyada toplumlar toplumlara güvenini kaybediyor. İnsan insana, komşu komşuya, arkadaş arkadaşa güvenini kaybetmeye başladı. Ülkeler ve dünya, güvenlik adına silah üretmeye devam ediyor" diye konuştu.

Bugün insanlığın bir güven bunalımı yaşadığını söyleyen Başkan Görmez, güvenen ve güvenilen insanı yeniden inşa etmeyi gaye edindiklerini vurguladığı konuşmasında şunları söyledi;

"Bugün insanlık bir güven bunalımı yaşıyor…"

Hz. Peygamber ve Güven Toplumu konusunu seçmemizin birinci sebebi, küresel ölçekte dünyanın güven kaybına uğramasıdır. İnsanlık ailesi olarak bir güven bunalımı yaşıyoruz. İnsan, insana güvenmemeye başladı. Dost dosta, kardeş kardeşe, akraba akrabaya, komşu komşuya, işçi işverene, çalışanlar birbirine güveni kaybetti. İnsanlık bu güven ihtiyacını karşılamak için olağanüstü yollara başvurmaya başladı. Güvenlik sorununu çözmek için teknolojinin bütün imkânları seferber edilmeye başlandı. Korkunç silahlar üretiliyor güvenlik adına. Göz retinasını okuyan sistemler geliştiriliyor ama buna rağmen insanlar dünyanın güvenliğini sağlayamıyor. Buna rağmen insanlar emana ulaşamıyor. Çünkü gönül kalesinin güvenliğini sağlama almadan ülkeler güven bulmaz. Çünkü insan yüreğini emanete almadan, dünyanın, ülkelerin, beldelerin güvenliği sağlanamaz. Çünkü insan sağında ve solunda bulunan ilahi kameraları yok saydıkça, kameralarla insanların güvenliği sağlanamaz.

"Sadece insanlık ailesi değil, ortak evimiz ve ortak yurdumuz olan tabiat güvenliği de tehdit altındadır…"

Tüm insanlığın ortak evi, ortak yurdu bir tehlike altındadır. Tabiatın tabiliği bozulmuş, insanların hırsları, tamahları, tutkuları, güç tutkusu, servet tutkusu, şehvet tutkusu kâinatı yaşanmaz hale getirmiştir. Bitkiler, canlılar âlemi, insanlığın güvensizliğinden zarara uğramıştır. Denizler, okyanuslar, akarsular, topraklar, kısaca beslendiğimiz gıdalar, içtiğimiz sular, teneffüs ettiğimiz hava kirlenmiş, çevre ve tabiat güvenliği kaybolmaya başlamıştır.

"Ahlak ve hukuk tanımayan savaşlar İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı akıtmaya devam ediyor…"

Bugün, ahlak ve hukuk tanımayan karanlık ve kuralsız savaşların pençesinde İslam coğrafyası tarumar edilmektedir. Şiddet ve terör, saldırı ve çatışmalar İslam coğrafyasını kan ve gözyaşına boğmuştur. Kültür ve medeniyetimizin bütün zenginlikleri yağmalanmış, şehirlerimiz harabeye çevrilmiştir. İslam beldeleri selamı kaybetti. Ahlak ve hukuk tanımayan savaşlar İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı akıtmaya devam ediyor. Terör ve şiddet iman yurtlarını, selam yurtlarını tarumar etti.

"15 Temmuz ihanet, işgal ve darbe teşebbüsü, toplumsal güvenimizi zedelemiş din güvenliğini bozmuştur…"

15 Temmuz'da milletçe yaşadığımız ihanet, işgal ve darbe teşebbüsü toplumsal güvenimizi sarstı. En zararlısı, en önemlisi de din güvenliğimiz yara aldı. Genç kuşaklarımızın dine olan, imana olan güveni sarsıldı. Yeniden Muhammed Mustafa'nın yeryüzüne getirdiği ve yerleştirmek istediği emanı hatırlamak zorundayız. Yeryüzünde güveni sağlamanın yolunun imandan ve adaletten geçtiğini ilan ediyor. Eman, iman olmadan olmaz.

"Bütün insanlık güvensizlik girdabına girdiğinin farkındadır…"

Bütün insanlık güvensizlik girdabına girdiğinin farkındadır. Ancak güveni nasıl yeniden inşa edebileceği konusunda yaşanan tereddütler söz konusudur. Çünkü güven konusu insanın içinden başlar, güven konusu insanın kalbinde, insanın nefsinde tesis edilemediği zaman imanla, eman arasındaki ilişkiyi kurulamadığı zaman güveni tesis etmek mümkün olmaz. İnsanın içini kemiren korkular, endişeler, gelecek korkusu, fakirlik korkusu, ölüm korkusu, makam, mevki, kaybetme korkusu, bütün bu korkular aynı zamanda insanı bir güvensizlik girdabına sevk eder. Bu korkuları gidermenin yolu gerçek emanı kalbe yerleştirmenin yolu gerçek bir imandır.

"Hz. Peygamberin özlemi kameralarla gözlenen bir şehir değil, vicdanlarla güvenliğin sağlandığı bir şehirdir…"

Hz. Peygamberin özlemi kameralarla gözlenen bir şehir değil vicdanlarla güvenliğin sağlandığı bir şehirdir. O nasıl bir güven toplumunu murad etti, bunu en güzel bir hadisinden anlıyoruz. Sevgili Peygamberimiz gelecekte İslam ümmetini nasıl bir güvenli toplum olacağını, olması gerektiğini şöyle hayal etti. Diyor ki Allah Resulü, 'Bir gün bir kadın tek başına Hire'den, Hadramevt'ten çıkacak, tek başına devesine binecek, çölleri aşarak Kabetullah'a gelecek, Kabetullah'ı tavaf edecek, hac ibadetini ifa edecek ve yine tek başına hiçbir güven problemi yaşamadan devesine binerek, çölleri, dağları aşarak kendi beldesine, kendi evine güven içinde döneceği o günü özlüyorum' buyuruyor. Sevgili Peygamberimiz, İslam ümmetinin nasıl bir güvenli dünya kurması gerektiğini de bu şekilde ifade buyurmuş olmaktadır.

"İnançsızlık ve adaletsizlik, emanın kaybolmasının iki sebebidir…"

Yeryüzünde güven toplumunun neden inşa edilememesinin iki sebebini Yüce Rabbimiz bize açıkça ifade buyuruyor. 'Onlar ki iman ederler, ama imanlarına zulüm karıştırmazlar, onlara güven vardır. Ve onlar hidayet üzeredirler, onlar doğru yol üzeredirler' Öyleyse güvensizliğin, emanın kaybolmasının iki sebebi var. İnançsızlık ve adaletsizlik. İnanca zulüm karıştırmak güveni de ortadan kaldırıyor. Onun için emanete riayet etmeyen kamil imana sahip olamaz. Ahde vefa göstermeyen kamil manada dindar olamaz buyurmuştur Allah Resulü.

"Gönül evimizin güvenliğini sağlama almadan ne şehirlerin güvenliğini ne de ülkelerin güvenliğini sağlayabiliriz…"

Gönül evimizin güvenliğini sağlama almadan ne şehirlerin güvenliğini ne de ülkelerin güvenliğini sağlayabiliriz. Yürek kalemizin emniyetini, emanını güvenliğini temin etmeden ne evlerimizin, ne hanelerimizin, ne de dünyamızın emniyetini ve emanını gerçekleştirebiliriz. İki omzumuzdaki kameraları görmeyen, Kiramen kâtibinin kaydettiklerinden habersiz olan insanı, güvenlik kameraları nasıl emin ve güvenlikli kılabilir? Emin olmanın yolu, güvenilir olmanın şartı Rabbimizin bütün emanetlerine sahip çıkmaktan geçer. İnsan büyük emanete sahip çıktıkça emin ve güvenilir insan olur. İnsan emanete hıyanet ettikçe emanda yok olur, güvende yok olur.

Sözlerini dua ederek bitiren Başkan Görmez, bütün dünyada emanın sağlanması, ay yıldızlı bayrağın daima iman ve emanla dalgalanmaya devam etmesi temennisinde bulundu.

Çok sayıda davetlinin katıldığı program, gül takdimiyle sona erdi.

Kaynak: diyanet.gov.tr

Bu Haberi Paylaş:
Canlı Yayına Mesaj Gönder
  • 25°C

Mobil Uygulamalarımız

RADYO TURKUVAZ

17 Mayıs 2024, Cuma
  • 07:00Uğur'la Güne Merhaba
  • 10:00Gönül Dostu Füsun
  • 12:00Utku'yla İstekler
  • 15:00Hilal Özgani ile Sosyal Hayat
  • 17:00Hopdedik Ayhan Show

Namaz Vakitleri

  • İmsak
  • Güneş
  • Öğle
  • İkindi
  • Akşam
  • Yatsı
AYET, HADİS, SÖZLER

Huzeyfe bin Yeman -radıyallahu anh- Resulullah'ın (s.a.v.) sırdaşı diye meşhur olmuş bir sahabe-î kiramdır. Onun ketum bir şahsiyete sahip olduğunu bilen sevgili Peygamberimiz, dünyada olacak hadiseleri kopacak fitneleri ona anlatmış zamanında yaşayan münafıkları da bir bir tanıtmıştır.

Beni Abs kabilesinden olan Huzeyfe bin Yeman ihtiyar babasıyla Medine'ye gelerek Müslüman olmuştur. O tarihten sonra Resulullah'tan (s.a.v.) hiç ayrılmamış ve mahrem-i esrarı olmuştur.

EFENDİMİZİN SIRDAŞI

O keskin bir zekaya ve kuvvetli bir zihnî kavrayışa sahipti. Hadiseler karşısında soğukkanlı davranıp süratle fikir üreterek meseleleri çözerdi Çok ketumdu. Hiç kimseye sırrından bir şey sızdırmazdı. Onun pratik zeka, kabiliyet ve tecrübesini, cesaret ve kahramanlığını Hendek savaşında görmekteyiz. Bizzat kendisi şöyle anlatıyor.

"Müşrik ordusu üst tarafımızda, Kureyza Yahudileri de alt tarafımızda idi Resulullah (s.a.v.) gece kalkıp yanıma geldi? Bizler şiddetli soğuktan, açlıktan ve gecenin dehşetinden olduğumuz yerde bez parçalarına bürünerek bekleşiyorduk. O gece hayatımda böylesine bir karanlık ve şiddetli rüzgar görmemiştim. Parmak uçlarımızı göremeyecek kadar zifiri karanlık vardı. Rüzgar da gök gürler gibi çok şiddetli esmekteydi. Resulullah (s.a.v.) o gece müşriklerin durumunu kontrol edip haber getirmek üzere beni vazifelendirdi. Dışarı çıktım ama hem korkuyor hem de soğuktan üşüyordum Resulullah (s.a.v.) beni uğurlarken "Allahım! bunu önünden arkasından, sağından, solundan üstünden ve altından koru!" diye dua buyurdu. O an içimdeki korku çekip alındı. Vücudumdan üşüme hissi kaldırıldı. Biraz sonra "Huzeyfe bana gelinceye kadar hiçbir şey yapma, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma." buyurdu

Gece karanlığında müşrik ordusu içine sızdım. Aralarına girip oturdum. Az sonra Ebu Süfyan ayağa kalkıp "Ey Kureyş topluluğu herkes yanındaki arkadaşının kim olduğuna dikkat etsin, size bir şey söyleyeceğim" dedi. Ben hemen sağımdakinin solumdakinin elini tutup: "Sen kimsin?" diye sorarak onların beni tanımalarına fırsat vermedim. Ebü Süfyan sözüne devamla "Ey Kureyş topluluğu! Gördüğünüz gibi şiddetli fırtına her şeyimizi alt üst etti. Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı. Hemen göç edip burayı terkedin işte ben gidiyorum diyerek devesine bindi." Müşrik ordusu perişan bir halde toplanıp Mekke'ye hareket etti. Rüzgardan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum. Eğer Resulullah (s.a.v.) bana dönünceye kadar hiçbir şey yapma diye emretmeseydi onu bir ok île öldürürdüm. Döndüm Resulullah'a (s.a.v.) geldim. Resulullah (s.a.v.) bu haberleri dinlerken gülümsüyordu. Son derece memnun olduğu yüzlerinden anlaşılıyor ve Allah'a hamdediyordu.

BABASININ DİYETİNİ İSTEMEDİ

Huzeyfe (r.a.) Bedir'de bulunamamıştı. Uhud harbine ihtiyar babasıyla birlikte iştirak etti. Babası şehitlik özlemi içindeydi. Medine'ye yeni gelmişlerdi. Herkes tarafından tanınmıyordu. Uhud günü harp karışınca bilmeyerek Müslümanların kılıçlarıyla şehit edildi. Huzeyfe'ye (r.a.) babasının diyeti verilmek istendi. Fakat o babası için "zaten o şehit olmak istiyordu. Allahım! Şahid ol. Ben onun diyetini diğer Müslümanlara bağışladım " diyerek kabul etmedi. Onun bu engin gönüllülüğü Fahr- ı Kainat (s.a.v.) Efendimizin çok hoşuna gitti. Yine kendisi anlatıyor:

Bir gün Resulullah'a (s.a.v.) ileride olacak fitnelerden sordum

– Ya Resulullah bu seadet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi? dedim "Evet gelecek" buyurdu. Bundan sonra hayırlı günler gelir mi? "Evet gelir Fakat o zaman bulanıklık olur." buyurdu. Bulanıklık ne demektir, dedim.

"- Benim yolumu tutmayan kimselerdir, ibadet de yaparlar Günah da işlerler." buyurdu. Tekrar kötü günler olur mu? '-Evet, cehennemin kapılarına çağıranlar olacak, onları dinleyenleri cehenneme atacaklardır" YaResulullah onlar nasıl kimselerdir? "- Onlarda bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar. "Onların zamanına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz dedim. "-Müslümanların cemaatine tabi ol." buyurdu

Ne günler geçmiş kim bilir daha ne günler gelecek Rabbimiz bizleri o fitneli günlerde Kur'an ve sünnet yolunu takip eden Müslüman cemaatine tabî olanlardan eylesin Amin.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) Huzeyfe'yi (r.a. ) Umman'daki mürtedlere karşı gönderilen orduya komutan tayin etmiştir. Hz. Ömer (r.a.) Medine'ye çağırıp müşavere heyetine almıştır. Mezopotamya taraflarındaki savaşlara da katılan Huzeyfe bin Yeman (r.a.) Irak ve İran fethinde bulunmuş, Hemedan, Rey ve Deynür'un fetih ordusunda yer almıştır.

Hz. Ömer (r.a.) ona çok güvenirdi. Bir gün memurları arasında münafık bulunup bulunmadığını sormuştu. Bir tane var deyip ısrarına rağmen ismini vermemişti. Ne büyüklük ki, Hz. Ömer (r.a.) da o münafığı kendisi bulmuş ve vazifesine son vermiştir.

NASIL GİTTİYSE ÖYLE DÖNDÜ

Hz. Ömer (r.a.) hilafeti zamanında vali olarak tayin ettiği Huzeyfe'yi (r.a. ) Medayın halkına gönderirken fermanına: "Sözünü dinleyin, itaat edin ve istediğini verin." diye yazmıştı. Oraya vardığında "-Ne istersen verelim" diyen halka; "içinizde bulunduğum sürece yiyeceğimi ve merkebimin yemini isterim." diyerek dünya sevgisi, mal sevgisi diye bir şeyin gönlünde olmadığını belirtmek istemiştir. Hatta Medine'ye dönerken, Medayin'e nasıl gitmişse öylece geldiği için Hz. Ömer (r.a.) Huzeyfe'yi (r.a.) kucaklamış ve:

"Sen benim biraderimsin ben de senin biraderinim" ifadeleriyle ona karşı sevgisini göstermiştir.

O günler ne saadetli günlermiş. Mala mülke değer verilmemiş…menfaatler öne geçmemiş. Bugünler ise fitne dolu, fisk dolu, menfaat dolu… Hizmet için geçici sevgiler gönülde bulunmamalı.

Hz. Osman (r.a.) zamanında Azerbaycan ve Ermenistan'ın fethine gönderilen Huzeyfe (r.a.) orada Kur'an-ı Kerîm'in değişik lehçelerde okunduğunu görür ve Hz. Osman'a (r.a.) Kur'an-ı Kerîm'in Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını teklif eder. Kur'anımız çoğaltılır ve belli merkezlere gönderilir.

Yüzden fazla hadis rivayet etmiş bulunan Huzeyfe (r.a.) Hz. Osman'ın (r.a.) şahadetinden sonra 656'da vefat eylemişlerdir. Rabbimizden şefaatlerini niyaz ederiz.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1993 – Ekim, Sayı: 092, Sayfa: 026

Huzeyfe bin Yeman (r.a.) Kimdir?
BİZE ULAŞIN