Bakara Suresi'nin 238 ve 239. ayetlerinde şöyle buyrulur:
"Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a gönülden boyun eğerek namaza durun. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın)."
Normal durumlarda müminler, en değerli varlıklarını nasıl koruyorlarsa namazlarını da öyle koruyacak, yani hem eksiksiz hem de devamlı kılacaklardır. "Namazın eksiksiz kılınması" farzları, vâcip ve sünnetleri yerine getirmekle olur ve en azından farz ve vâcip namazları geçirmemekle gerçekleşir. Namazla ilgili olan bu iki sorumluluk dışında bir de kalple (zihin-duygu işbirliği ile) yapılan huşû şartı vardır. Huşû namaz kılan insanın, huzurunda bulunduğu rabbinin büyüklüğüne yaraşır bir saygı, kulluk duygusu, kendini veriş, bütünüyle yöneliş şeklinde gerçekleşir ve huşûsuz namaz, ruhsuz ceset gibidir. Bu sebepledir ki, "Namazları devam edin" emrinden sonra namazın Allah'a gönülden boyun eğerek, huşu içinde kılınması gerektiği bildirilir.
Nisâ süresinde düşmanla karşı karşıya bulunulduğu, veya ani bir hücum tehlikesinin bulunduğu zamanlarda cemaatle nasıl namaz kılınacağı öğretilir. Burada da savaşı içine alan daha geniş çerçeveli tehlike hallerinde insanın kendi başına namazı nasıl kılacağı anlatılır. Çıkan sonuç namazın önemi, terk edilemez oluşu, her hal ve şartta kılınması gerektiği ve şartlar namazın bir kısım farzlarını ve vâciplerini yerine getirmeye müsait değilse mümkün olan şekilde (bazı farz ve vâcipler eksik de olsa) kılınması gerektiğidir. Namazın farz, vâcip ve sünnetlerinin önemli bir kısmı fiziksel hareketlerle yapılır ve bunlarla istenen namazın ruhu olan duygu, şuur ve Allah-kul ilişkisinin güçlenmesidir. Fiziksel hareketleri yapmaya bir engel çıktığında bunlar terk edilebilir ancak namaz terk edilemez. Çünkü onun ruhu olan ibadet şuuru (zikir) her durumda mümkündür.
VAV RADYO